Alışmışız bir kere, kapağı yürüyen merdivene attık mı, yukarıya çıkmak ya da aşağıya inmek garanti sayılır. Peki ya artık yürümüyorsa?
Size hiç oldu mu? Yürüyen merdivenin çalışmadığını görüyorsunuz; ya arızalı ya da başka bir sebeple duruyor. Ama adımınızı attığınızda vücudunuz yine de öne gidiyor ve sendeliyorsunuz. Aynı şey daha ziyade havaalanlarında bulunan yürüyen bantlarda da oluyor. Görüyorsunuz duruyor, adımlarınızı normal bir şekilde atmaya devam ederek giriyorsunuz. Ama yine de vücudunuzun üst tarafı öne gidiyor. İnanılır gibi değil. Vücudumuz onu görünce kendiliğinden ilerlemeye ya da hızımızın artmasına şartlanmış.
Bu ilk kez başıma geldiğinde adeta ürperdim. Öyle ya, bu kadar göz göre göre olan bir durumda bile bunu yaşıyorsak, kafamızın içindeki gözle görülmeyen şartlanmaların bize neler yapıyor olabileceğini düşünmek insana korku veriyor.
Çocukluğumuzdan beri birileri neyin doğru neyin yanlış olduğunu bize söylüyor. Bunlar sonra alışkanlıklarımızı belirliyor. Ama ne kadar tarafsız, ne kadar doğru? Yunan filozof Aristoteles, “Biz sürekli olarak tekrarladığımız şeylerden olmayız. O halde mükemmellik bir davranış değil, alışkanlıklarımızdır.” demiş. Mükemmellik tanımı bir tarafa, biz ne kadar kendimize uyan işlerle ve insanlarla meşgulüz? Ne kadar öz kapasitemize uygun yaşar durumdayız? Birileri ağaca çıkmak iyidir dediyse, balıklar da mı ağaca çıkmalı? Çıkamadı diye eksik mi hissetmeli?
Çocukluğumuzda bize biçilen kaftan ya da başımıza gelen bir olay, bütün yaşantımızda belirleyici rol oynuyor. Habire bir yetmezlik, yarımlık duygusu içinde kıvranabiliyoruz. İşin kötüsü, böyle bir enerji etrafımızı sardıysa, biz de aynısını başkalarına yapıyoruz. Gücümüzün yettiğine.. Daha da kötüsü, bize açık ve esnek olan, nazımızın geçtiği insanlara.
Ve hasbelkader farkındalığımız geliştiyse, ömrümüzün kalanında bunlardan arınmaya çalışıyoruz. Yüzleşerek, kabullenerek…
Ama farkındalık sonrası ikinci tehlike başlıyor. Yeni adımları atarken, yönümüzü gerçekten bize uyan yola doğru mu çeviriyoruz? Oysa başkasına iyi gelen çözümler bize iyi gelmeyebilir.
Doğan Cüceloğlu, “Gerçek Özgürlük” kitabında “duygu, düşünce ve davranışlarıyla yaşamı özgürce kucaklayamayan, özüne ulaşamamış bir gencin iç yalnızlığını ve burukluğunu” anlatıyor. “Sevgi mi özgürlüğe, özgürlük mü sevgiye götürür” diye soruyor. Öyle ya, sevginin bile binbir tanımı var. En çok da görecelisi yaygın; böyle yaparsan, şöyle olursan seni severim dünyasında…
Hiç kimse aynı olmak zorunda değil. Aynı olmak mümkün değil aslında… Önce varolan kendi gerçeklerimizle barışmak gerekiyor. Her ne isek… Gözümüz gerçeği görmeye alışırsa, çevresine baktığında da gerçeği görecektir. En azından bu ihtimal daha yüksek. Kendisiyle barışık olduğu oranda çevreyle barışık olacaktır. Aksi halde birilerinin güdümüne girerek kaybolma ya da acısını birilerinden çıkarma ihtimalleri onu bekliyor. Üstelik farkında olmadan..
Peki, rahatlıkla ve kendimiz olarak akıvermek için ne yapmalıyız?
İlk yapılması gereken şey herhalde “nötr” olmak. Kolay değil elbet hiç tepki vermemek. Metanet… Kendimiz dahil hiç kimseye kızmamak. Tekamül.. Ne asit ne de baz olmak. Hiçlik…
Elbette hızla akan hayatta olduğumuz yerde durmak, geride kalıyorum endişesi yaratacaktır. Kaybediyorum duygusu habire içimizi kemirecektir. Ama yanlış güzergahta ilerlemek daha büyük kayıplara vesile değil mi?
Sonra?.. Şartlanmalar bizi bu kadar etkiliyorsa, belki de en kolayı kendimizi olumlu şeylere şartlandırmaktır. İyi diyelim iyi olsun demiş atalarımız.
Şartlanma deyince, sözcüklere yüklenen anlamlar geliyor sırada. Zira her sözcük beynimizde bir titreşime neden oluyor. Ve o titreşim hem kişisel anlamda hormonlarımızı o yönde tetikliyor, hem evrensel anlamda benzer titreşimleri kendine çekiyor. Tıpkı radyoda bir frekansı yakalamak gibi.
Dolayısıyla, doğrudan olumlu sözcüklere odaklanmak gerek diyor uzmanlar. Örneğin; “başımın ağrısı geçse” derken ağrıyı daha fazla davet ediyor olabiliriz. Doğrusu “rahatlıyor, iyi oluyor” demek diyorlar. “Hastalık bitsin” değil, “iyi olalım” demek gibi örneğin..
Ya da gülümse… Olmak istediğini, coşku ve huzuru şimdiden yaşamaya başla. Seni seven seni öyle görmekten mutluluk duyacaktır.
Kafamızdaki engelleri kaldırırsak, yürüyen merdiven olmadan ilerlemek de mümkün, hatta daha keyifli görünüyor. Kendi ayaklarımızla… Yol taşlı, çukur, tümsek belki, ama zamanla onları daha kolay ele almayı öğrenebiliriz. Hayat bizim, tecrübe bizim.. En azından kendi kontrolümüz dışında ve beklentilerden dolayı sendelemeden…
Sevgiyle kalın.