Bu pazar sabahı güneş usul usul kendini gösterirken, sanki düğmeye basılmış gibi bir konser başladı. Ağustos böcekleri, diğer adıyla cırcır böceklerinin sesleri doldurdu bahçeleri ve sokakları.
Bu satırları Japonya’dan yazıyorum. Her yerde cır cır öten ağustos böcekleri, adeta yaz mevsiminin sembolü. Bu sesi erkek ağustos böcekleri çıkarıyor. Yorulmayan bir dansçı gibi gövdelerini titreterek dişilerini cezbetmeye çalışıyorlar. Daha önce tanık olmadıysanız aşağıdaki kısa videodan izleyebilirsiniz.
Buradaki yakınlarıma ağustos böceği ve karıncanın hikayesinden bahsedince, “aa, o hoplayıp zıplayan (danseden) çekirge ama…” dediler. Nazım Hikmet, Jean de La Fontaine’in şiir masalını dilimize çevirirken La Cigale’i ağustos böceği olarak almış. Şarkı söylemelerinden esinlenmiş olmalı.
Nasıldı bu masal?
Ağustos böceği, bütün bir yaz şarkı söyledi avaz avaz, eli böğründe kaldı kış bastırınca. Ortalıkta ne bir sinek ne bir böcek… Komşusuydu karınca, ona gidip: Açım dedi; dayanabilmek için gelecek mevsime dek birkaç buğday borç istedi: Hayvanların başına yemin ederim, ilk harmana kalmaz, öderim, hem de faiziyle beraber. Borç vermemek karıncanın âdetiydi, bu bir kusur, kusursa eğer. Borç isteyene sordu yalnız: Havalar sıcakken ne iş yaptınız? Siz belki kızacaksınız bana, gece gündüz şarkı söyledimdi. Şarkı mı söylediniz? Oh, ne âlâ, öyleyse oynayın şimdi…
Birisi ey cemaat, ağustos böceğini nasıl bilirsiniz diye sorsa, boş gezenin boş kalfası diyecek çok kişi var. Bu masalın etkisiyle elbet. Halbuki ağustos böceğinin hikayesi bambaşka.
Ağustos böceklerinin şarkı söylediği bu dönem, aslında ortalama 10 yıl toprak altında geçen bir sürenin sonucu. Ya da başlangıcı. Zira ancak bu sürenin sonunda çiftleşmek için yer yüzüne çıkıyorlar. Aslında bu hayatlarının son dönemi. Yavrular kurtçuk olarak toprağa düşerken anne baba hayata veda ediyor.
Toprak altında defalarca kabuk değiştiriyor ağustos böceği. Tıpkı tırtıl gibi. Son olarak sürü halinde toprak üstüne çıkıyor ve bir ağaç gövdesinde veya bir yaprağın üzerinde kabuğundan sıyrılıyor. Fotoğrafta gördüğünüz gibi, kabuğu bacaklarından gözlerine kadar tam bir kalıp. Müthiş bir doğa harikası.
Ağustos ayında gerçekleşen bu şarkılı türkülü çiftleşme dönemi birkaç haftayı geçmiyor. Kış mevsimini görmüyor ağustos böceği, karıncanın kapısına gidip yalvarması söz konusu değil. Tam tersine, çok öncesinden işini görmüş, toprağın altında yeni hayata başlamış oluyor.
Ne güzel değil mi? Ölümü şarkı söyleyerek, neşe içinde karşılıyor ağustos böceği. Korkmak bir yana, yeniden doğacak olmanın coşkusunu yaşıyor. Hep kelebeklere atfederiz ya o Mevlana’nın dediği ölmeden önce ölmeyi, teslimiyeti; aslında ağustos böcekleri de doğanın ders alınacak bir mucizesi.
Velhasıl insanın ahlak anlayışına kurban edilmiş ağustos böceği. Neşeli olmak tembellik, karınca gibi sağa sola bakmadan çalışmak erdem sayılmış. Aslında bu karıncaya da bir yük. Onun kendisini kimseyle karşılaştırdığı yok. Kendi hal’inde yaşayıp gidiyor. Halden anlamayan biziz.
Biz insanlar biraz farklı olana kalıbının adamı ol diyoruz. Birisi kendi şeklini almaya çalıştıkça, gözümüz keski sözümüz çekiç oluyor, yontmaya çalışıyoruz. Halbuki insanın içini dolduracağı bir kalıp yok. İçeriden dışarıya doğru şekil alıyor tüm canlılar gibi. Ve değişiyor hayatın içinde, gelişiyor. Nasıl civciv yumurtanın şeklini almıyorsa… Her canlı kendisi olarak, hayata kendi rengini katmak için dünyaya geliyor.
Öyle değil mi?..
Sevgiyle kalın.