Ne çok bilgi var etrafımızda! Adeta üstümüze yağıyor. Ayırmaksa bazen zor. Bir film izledikten sonra şöyle bir sosyal medyaya baktım. Aşağıdaki düşünceler geçti aklımdan. Ben de ayırmadan yazayım.
Robin Wright, Toprak (Land) filminde “insanlarla bir arada olmanın zor geldigini hissediyorum, çünkü hepsi sadece iyileşmemi istiyor” diyor. Ve kaçıyor insanlardan, kendini dağ başındaki bir kulübeye atıyor. Silahlı bir saldırıda eşini ve çocuğunu kaybetmiş. Nasıl anlasın insanlar onu, o nasıl anlatsın kendini? Ama halâ daha iyisini başkaları biliyor.
Hazreti Ali “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum demiş”. Harfleri tuğla gibi kullansak nice evler kurabiliriz. Her birinin penceresinden baksak, belki dünyayı daha iyi anlarız, kim bilir?
Sosyal medyadaki videolara, yazılara bakıyorum. Herkes uzman olmuş. Hayat öyle, sevgi böyle, dostluk şöyle..
En çok da ölümle ilgili bu kadar lâf edilmesi tuhaf geliyor. Nasıl da ateşli ateşli tarif ediyor onu hayattakiler! Onlar bunu yaparken kim bilir kaç kişinin canı yanıyor. Zira mesele geride kalanlarla, bir yakınımızı kaybettiğimizde hissettiklerimizle ilgili. Hele şu hayat devam ediyor lâfı…
Bir de kulağa ulvi gelen, “kendin ol” telkinleri var. Ama her şey hayatta gördüklerimizle sınırlıyken, nasıl seçeceğiz bizi belirleyen tercihlerimizi?
Sonra neydim ne oldum tasvirleri geliyor. Bir önceki halimiz nedense hep mağduriyet, sonrası kahramanlık. Belki mağdur dediğimiz anlarda kahramandık? Belki kahraman çıkarmaya çalışırken mağdur ediyoruz kendimizi? Ve beklentilerle birbirimizi?.. Ah şu kalıplar!
Ve şu pırıltılar! Nasıl da kör eder insanın gözünü yanı başındakine, kendine..
“Bakmak ve görmek” mi demişti Nurullah Ataç? Kendi harflerimizle yarım cümleler kurmak yerine, karşımızdakine iyice baksak anlamak için? Onun harflerinden görsek dünyayı? Sonra harflerimizi birleştirip yeni kelimeler üretsek, beraber cümleler kursak? Asıl o zaman bütünleşmez miyiz?
Aslında sınır yok, hep beraber harmanlanıyoruz bu boşlukta. O haritalardaki çizgiler sonradan olma. Gizli saklı yok dünyada. Gövdeleri ayrı olsa da kökleri birbirine dokunuyor ağaçların. Ovaya hayat veren, denizden yükselen bulutlar. Göçmen kuşlar doyduğu yere vatanım diyor.
Ama Yunus’un dediği gibi, “bir kez gönül yıktın ise, kıldığın namaz değil”. İnanmak gönül işi. Yaşamak da…
Sevgiyle kalın.