Değer mi hiç?

Baştan hayatımın en mutlu anı diyoruz. Sonra bir şeyler oluyor, yaşamaz olaydım demeye başlıyoruz.

Çocukluk aşkı dediğimiz duygular ne kadar güzeldi! Sonra büyüdük, işin içine hormonlar girdi, alladık pulladık aşkı. Peki, bu durum çocukken yaşadığımız duyguların değerini düşürür mü? Bir şeyler arttıkça doyumsuzluğumuz da arttığına göre, illa karşılaştıracaksak, belki de daha değerliydiler.

Öğrenciyken bir çay parası, ya da sevgiliyle buluşmaya giderken paylaşılan harçlık nasıl da değerliydi! Büyüyüp adam olduktan sonra masaları donatacak kudrete sahip olduk belki de.. Ama bu durum öğrenciyken arkadaşımızdan aldığımız harçlığı, onun kıyağını daha az değerli kılar mı? O taşın doldurduğu bir gedik vardı o zaman.

Çocukken başımızı sokup mutlu olduğumuz evler… O günün şartlarında derme çatmaydı belki, ama yuvaydı. Sonradan villa, residans ya da daha lüks evlere taşındıysak, bu durum o derme çatma evi değersiz kılar mı? Hangi duygu soğukta eve döndüğümüzde annemizin yaktığı sobaya yanına sokulmanın yerini tutabilir?

Bizim çocukluğumuzda mahallemiz gerçekten koca bir aile gibiydi. Komşumuzun okulu bitiren büyük çocuğunun, mahalle ağabeyimin boya malzemelerini aldığımı hatırlarım. Ya da bir başka komşumuzun paltosunu.. Sonra parayla aldığım malzeme ya da giysiler onların değerini azaltabilir mi? Onun özündeki paylaşım duyarlılığının yerini ne tutabilir?

Bizim Ayşe ninemiz, bir zeytini on ısırıkta yermiş. Bulabildiği ekmeğe katık ederek… O zeytinin ruhta yarattığı şükür duygusu unutulur mu?

Diye gidiyor örnekler..

Hayri Kozanoğlu’nun Babaannemin Lügatı kitabını okudum. Yüzlerce kıyıda köşede kalmış terim var. Örnek cümlelerle anlatmış. Ben ilk ve son sözcüklere tekrar baktım. İlginçti…

Abad: Mamur, bayındır. “Azınlık mallarına konan mütegallibeler abad oldu, şimdi de asalet taslıyorlar.”

Zül: Ayıplanacak şey, küçültecek davranış. “Lüks villaya taşınınca eski mahallesinden geçmeyi bile zül kabul ediyormuş.”

Babaannelerimiz savaşlar, göçler yaşamış; varlıktan yokluğa, yokluktan varlığa geçişlere tanık olmuş, “insan beşer, kuldur şaşar” sözünü üretmiş bilge insanlar. Belki tesadüf, ama verilen örneklerdeki bu sonradan görme halleri anlamlıydı. Olay belli ki toplumsal bir sendrom halini almış.

Velhasıl, şükretmeyi bilmek, güzellikleri güzel tutmak gerekiyor. Zira, tüketime dayalı sistem habire yetmezleri pompalıyor. Reklamlarda her zaman her şeyin daha yenisi var. Ama daha yenisi daha iyisi olmak zorunda mıdır?

Sevgiyle kalın.

30 Mayıs 2019
yuksel_cilingir