Deli deli kulakları küpeli

Nerede o eski bayramlar derken, hep bugünkü bayramları eleştiriyorduk. Şimdi o da kalmadı. Evde kös kös oturacağız. Allah’ın sopası mı demeli? Ama en azından her halimize şükretmek gerektiğini bir kere daha hatırladık.

“Deliye her gün bayram” derler. Şimdi herkes değilse de pek çok insan evinde delirme durumunda..

Delirmek nedir peki? Her mahallenin ya da köyün bir delisi olurdu eskiden.. Bir yandan dalga geçerken bir yandan da sahiplenirdi insanlar. Ama şimdilerde deli deyince aklımıza daha ziyade sağa sola sataşabilecek biri geliyor. Ya da hareketlerinin dengesiz olduğu  varsayımıyla her an saldırabilir endişesi taşıyoruz. Daha bir “gördün deli, dön geri” diyoruz.

Peki ya bugünlerdeki ev hallerimiz? Delirmek üzereyim diyen az değil. Sınırlı zamanda alış veriş peşinde koşarken, gitmek istediğimiz yerlere gidememenin sıkıntısını yaşarken, paramızı alamaz borcumuzu ödemeyezken, bir bez maskenin altında nefes almaya çalışırken… Kafayı yiyecek hale geliyoruz.. Deli oluyoruz!…

“Delilik dediğiniz, duyguların aşırı hassasiyetinden başka bir şey değildir” demiş romantizm akımının önemli isimlerinden Amerikalı şair/yazar Edgar Allan Poe. Deli olanla olmayan arasındaki fark sadece kendisini tutmasında mı acaba?..

Deli sınıfında olmayan, ama kızınca kavga çıkaran, canı çekince taciz eden, kazanmak için hak yiyenlere ne demeli? Say say bitmez.. Akıl sahibi olmak böyle bir şeyse, kaybedelim gitsin diyesi geliyor insanın…  

“Bir deli bir akıllıya çok şey öğretir, ama bir akıllı bir deliye hiçbir şey öğretemez” demiş Alfred North Whitehead. Adam hem matematikçi hem filozof.. Mantıksal pozitivizm olarak bilinen felsefi akımın içinde bulunan, Viyana Çevresi olarak adlandırılan filozoflar grubunun içinde önemli isimlerden biri. Ama geldiği nokta da bu…

Michel de Montaigne, “özgür bir kafanın yiğitçe çıkışları ile erdemin ortaya attıkları kapı komşusudur” demiş deliliği tanımlarken. Filozof, yazar, devlet adamı.. Yunan ve Latin edebiyatı öğrenmiş, felsefe okumuş.. Ama hep kuşkuyla bakmış her şeye.. Avrupalıların, coğrafi keşiflerde karşılaştığı yeni uygarlıklara garip yaratıklar gözüyle bakmasına, köleleştirme ve yok sayma girişimlerine karşı çıkmış. Kilise kurallarının dikine dikine gitmiş. Deli cesareti…

Raşit Tahsin Tuğsavul,”insanlar deli, zır deli ve zır zır deli olmak üzere üç gruptan ibarettir” demiş ya, delice şeyler yapamıyorsak insanlığımızdan kuşkuya düşmek gerekecek. Öyle ya, 1892 yılında Askerî Tıbbiye’den yüzbaşı rütbesi ve birincilikle mezun olmuş bu Osmanlı bilim insanı, uzun araştırma ve deneyimlerden sonra 1920 yılında “Seririyat-ı Akliye Dersleri” ismindeki kitabını, deyim yerindeyse işin kitabını yazmış.  

“İnsanın doğasında akıllılıktan çok delilik vardır”. Francis Bacon da bunu diyor. İngiliz filozof, bilim insanı, hukukçu, devlet adamı, yazar… “Aklın yolu bir” mi demeli?.. 

Aslında delilik için için imrendiğimiz ve olmak istediğimiz bir şey gibi görünüyor.. Ama biz hala tornadan çıkmış gibi birbirimizi aynı yapmaya çalışıyoruz… 

Belçika’nın Gent şehrinde, eski akıl hastanesinden müzeye dönüştürülen Dr. Guislain Müzesi var. Deli diye getirilen insanların, sadece düz durması ya da doğru yürümesi için bile nasıl uğraşıldığını, kullanılan yöntemleri ve aletleri görünce inanamıyor insan. Ama sonra, günümüze bakınca da  durumun pek farklı olmadığını düşünüyor. Benzerini kural ve cezalarla, gerekiyorsa ilaçlarla uyguluyoruz. 

Belçika’da Türkçe ve Felemenkçe yayınlanan Akrostiş Edebiyat Dergisi’nin “Delilik” sayısı için bu müzede bir fragman hazırladık. Delilik ve yaratıcılığı birlikte ele aldık. Aşağıda izleyebilirsiniz.

Bayram diye söze başladık. Deli damarımız tutsun; önce kendimizle, sonra küstüklerimizle barışalım. 

Saf ve samimi bayram günleri dileğiyle.

Sevgiyle kalın.

24 Mayıs 2020
yuksel_cilingir