Özünde göçebe olan insan, tabii yerinde duramıyor. Ama bu aidiyet ve güven duygusundan da kopamıyor. Nasıl kopsun, hepimiz bir insan kümesinin, ailenin üyeleriyiz.
Cennetle cehennem arasında bir yer, bir oluş deniyor Araf için. Günah ve sevaplarımız eşitse ortasında duruyoruz. Değilse?…
Bursa demek sadece İskender kebabı ya da kestane şekeri demek değil. Asırlık tadı almadan Bursa’ya gitmiş sayılmazsınız derim…
En çok tartıştığımız şeylerden biri, kendimiz olmak.
Bundan daha büyük bir söz olur mu? Ama biz 3’üncü şansı çekirgeye çok görüyoruz. Halbuki hayatın tamamı sonsuz sayıda düşe kalka ilerlediğimiz bir süreçten oluşuyor.
Kırklareli’nin bir köyü.. Boş boş baktı etrafa. Sonra alaca karanlığa. Her zamanki yıldızlar, her zamanki çapkın bakışlar.
Miskin miskin uyuyordu ya… Bir yandan da birşeylerin farklı olduğunu hissediyordu. Huh huh haa… Dünyası tersine döndü birden. Ayrılık vakti geldi dedi bir ses, içinden mi dışından mı anlamadı. Beraberdi demek ki. Özgürsün dedi bir başkası. Tutsak mıydı o zaman?..
Bu kutsal sayı günlük hayatımızda, tarihimizde, kültürümüzde yerini koruyor. Örnekleri saymakla bitmez. Kışın ardından baharda yeniden dirilmeye hazırlık süreci olarak, kışın doğadaki üç kez ölüp dirilmeyi ifade eden ve ilki kırk gün süren üç dönemin adı Çille şeklinde geçer. Büyük Çille 40, Küçük Çille 20, Boz Çille ise Nevruz’a kadar gider. Nevruzda nihai diriliş gerçekleşir.” […]